6 Soruda Aile Kurumu

...


1. Kadim medeniyet anlayışımızda aile, dört duvar arasında sıkışıp kalmış ve birkaç bireyden müteşekkil topluluk demek midir? Yoksa aile çok daha büyük ve derin anlamlar mı içermektedir? Nedir ailenin yeri ve önemi?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, aile toplumun inanç değerleri, gelenekleri, yaşam tarzı ve coğrafyasının ürünüdür. Kadim medeniyet anlayışımızda aile toplumun temeli, direği kabul edilmiştir. Üstelik bugünkü gibi çekirdek aile değil, büyük anne, büyükbaba, ikinci derece hısımların da dâhil olduğu bir güçlü/toplu çekirdeği ifade eder. Bu haliyle ailemiz, farklı düşünce ve yetenekte yakın hısımların toplandığı bir toplum mozaiğini de ifade eder. Bu aynı zamanda bu toplumun asırlardır birlikte yaşama kültürüne de kaynaklık etmektedir. Hatta o kadar ki, farklı etnik topluluklar bir arada yaşama kültürünü, ‘biz bir aileyiz’ deyişiyle perçinlemektedirler. Doğumdan itibaren insanın kimlik ve kişiliğinin oluştuğu yerdir aile. Bu kimlik ve kişilikle insan toplumda yer edinir, toplumsallaşır. Toplumla teması aile ile başlar. İçinde bulunduğu toplumun değerlerini de ailesinden alır, böylece toplum dışı kalmaktan kurtulur, toplumun bireyi olur. İnsan fıtratına uygun olan, bireyin hem bireysel, hem de toplumsal sorumluluklarının gelişmesidir. Aile, kendi bireyine bu sorumlulukları öğretmez ise o bireyde ciddi bireysel ve toplumsal problemler oluşur. Nitekim babasız büyüyen çocuklar, parçalanmış aile çocukları bağımlılık girdabına düşmeye, diğer çocuklardan daha fazla meyillilerdir.


2. Köklü medeniyetlerin köklü aile kurumları vardır. Asr-ı Saadet’ten Endülüs’e, Selçuklu’dan Osmanlı’ya vs. bu hep böyle olagelmiştir. Ne var ki bugün bu kurum çatırdamakta ve sarsıntılar geçirmektedir. Sebep ve sonuçları hakkında neler söylenebilir?

Aile kurumu yapısal ve işlevsel olarak bazı dönemlerde önemli etkilere maruz kalmış, radikal değişikliklere uğratılmıştır. Ailenin çatırdamasında tüm dünyayı olduğu gibi, yüzünü asırlardır Batı’ya dönen Türkiye’yi de Tanzimat dönemimden bu yana etkisi altına alan modernizmin baskısı inkâr edilemez. İkinci dünya savaşından sonra süregelen soğuk savaş döneminde bizi de etkileyen hümanizm, aşırı bireyciliği körüklerken, çekirdek aile formülünü de bilincimize taşıdı. İç göç, kentleşme ve sanayileşmenin etkisiyle toplum değerleri ve yaşama biçimlerimiz aile kurumunu dönüşüme uğrattı. Aile kurumumuz yapısal olarak küçüldü. Günümüzde hala geniş aile modelinin uygulandığı Anadolu’muzda aile yapısı gücünü, sağlığını korurken, Batı illerimizde aile çatırdamış, çatırdamakla kalmamış, bireyler yalnızlaşmanın endişeli girdabında debelenmektedir. Artık bireyin arkasında, yanında hiç bir güvence kalmamıştır.


3. Türkiye’nin, batılılaşma serüveni ile ülkeye Batı kültür ve medeniyetinin değerlerini kabul ettirmede aileye bir rol mü biçilmiştir? Nasıl?

İşte çekirdek aile formülü böyle bir rolü işaretliyor. Aile, toplumun en küçük parçası, bir nevi hücresidir. Bir organizmayı oluşturan hücrenin yapısı bozulduğunda tüm yapı hastalanır, kanser olur. Bir milleti, topluluğu iğfal edebilmenin yolu da en küçük birimi olan aileyi hastalıklı hale getirmektir. Batı kendi içinde aileyi bitirmiş ancak toplumun hayatiyetini devam ettirecek hukuk normlarını yaşatmaya çalışıyor, en azından kendi içinde. Batı’nın kadim geleneğinde sekülerlik vardır. Sekülerlik, parçalanmış bilinci ifade eder. Önce zihinler parçalanır sekülerleştirilir, sonra bireysellik ferdi kurtuluşla taçlandırılır(!), Protestanlaştırılır. Sonunda da durum içselleştirilerek muhafaza edilmeye çalışılır. Yenilemeyen düşman artık muhafazakâr bilinci esir almış, aile ortadan kaldırılmıştır. Bunlar bir ironi değil maalesef.

Bizde önce 1965 yılında 557 sayılı Yasa ile Nüfus Planlaması devlet politikası yapılmış, doğum kontrolü uygulanmaya başlanmış 1983’de de kürtaja yasallık kazandırılıp serbest bırakılmıştır. 2011’de imzalanıp 2014’de yürürlüğe konan İstanbul Sözleşmesi ile aile yerine “ev” olgusu kabullendirilerek, her tür gayrımeşruluk ve sapıklık yasal güvenceye alınmış oldu. Bir de buna 6284 sayıl Yasa ilave edilince ailenin temeline Ombudsmanımız Sayın Şeref Malkoç’un deyimiyle ‘dinamit konulmuş’ oldu. Artık aile ana baba ve çocuklardan değil, sadece anne ve çocuklarından oluşan, artık babaya gerek duyulmayan yapıya dönüştürüldü. Hatta gelecekte aile, sadece aynı cinsten ve/veya 3. ve + cinslerden oluşacak evlere dönüşecek. Artık bir babaya ihtiyaç olmadan kadınlar çocuk sahibi olabilecekler. Projenin bir bölümü bu.


4. Ailede yaşanan krizleri esasında bir medeniyet krizi olarak mı görmek gerekir?

Bu tam anlamıyla bir medeniyetsizlik krizidir. Zira dayatılan modernizm bir medeniyet iddiasında bile değildir. Dünyada küçük bir azınlığın, kahir ekseriyeti, bağımlılaştırarak, köleleştirerek, cins ve tür değiştirterek binek hayvanı (goyim) yapma, böylece yönetme projesidir. Bunda bir medeniyet iddiası da yoktur. Medeniyet insana yönelik ve insan içindir. İnsan ötesi yaratık için medeniyet kavram ve olgusu düşünmek abestir. İnsan türünü yok edip başka bir tür oluşturma iddiasında olanlar, insanlar için üretilmiş bir medeniyet kavramı ve olgusuna ihtiyaç duymamaktalardır.


5. Kadın erkek eşitliği, feminizm, toplumsal cinsiyet eşitliği, sekülarizm, laiklik, demokrasi gibi kavram ve anlayışlar ile dizi, film, sinema, sosyal medya, internet, televizyon gibi teknolojik ürün ve aletlerin aile kurumuna etkisi nedir? Bunları tehlike olarak görüyor musunuz? Neden?

Film, sinema, internet, televizyon gibi teknolojik ürünler, insanların ve insanlığın yararına kullanıldığında amaca hizmet ederler. Tabii ki şunu unutmamak gerekir: Merhum Akif Emre’nin söylediği gibi, her teknolojik kavram ve araç, üretildiği medeniyetin ruhunu taşır. Bu araçları kullanırken elbette dikkatli olmak gerekir. Aynı şekilde sıraladığınız kavramlar, modern Batı’nın ürettiği seküler, insan zihnini ve doğasını parçalayan kavramlardır. Batı bu kavramlarla hem kendini hem de ötekileştirdiği dünyayı mahvetmekte. Batı, özellikle aile kurumunu ortadan kaldırıp her türlü sapıklığı, sapkınlığı öne çıkararak insan türünün sonunu getirmektedir. Bu küresel bir projedir. Bu projeyi tanımadan onunla mücadele etmek mümkün değil. Üstelik bu proje insanlık yararına olabilecek her tür teknolojiyi kullanarak insanlığın sonunu getirmeye çalışıyor. Sıraladığınız kavramların her biri bir makale, söyleşi konusu olabilecek yoğunlukta kavramlardır. Bu kavram ve olguların neredeyse tamamını Siyonizm’in “goyim” ötekileştirmesi/düşmanlaştırması üzerinden okumak da mümkün.


6. Modern egemen dünyanın yozlaştırıcı, tahrif ve tahrip edici her türlü tehdit, saldırı ve uygulamalarına karşı aileyi korumak, onu yeniden ihya ve inşa etmek için neler yapılmalıdır? Fert ve devlete düşen görevler nelerdir?

Öncelikle bir hususun altını çizmekte yarar görüyorum. Toplumumuzda kanaat önderleri sürekli ahlakı öne çıkarmakta, hukuktan hiç bahsetmemektedir. Önce ahlak dediğimizde kimin ahlakı esas alınmaktadır? Birçok ahlak örneklenebilir, başta Hz. Peygamber’in ahlakı olmak üzere. Ancak rivayetlerde bile farklılıklar görüldüğüne göre, Peygamber ahlakının da bir mihenk taşı, bir hiza alışı sözkonusudur ki bu da Kur’an-ı Kerimdir. Bize Kur’an’ın nas olarak bellettiği ve Sünnet’te örneğini bulduğumuz aile yapısı ve hukuku gerektir. Kur’an ışığında bir aile ahlakı belirlediğimizde, hepimiz hukuka uymuş olacağız, Rahmetli Aliya’nın dediği gibi, “Kitaba uyacağız”. Aliye hâşâ ahlaksız biri değildi ve kendi ahlakının örnek alınmasını da söylemedi. Aksine Kitaba uyacağız, dedi. Bu birey olarak Müslümanlara ve devlete düşen görevdir. Müslümanlar görevlerini hakkıyla yerine getirdiklerinde devlet de hukukunu, müeyyidesini oluşturur. Hukuku sadece devletten beklemek, göremeyeceği rüya için istihareye yatmak gibidir. Allah, bizim ellerimizle her tür kötülüğü kahretmek istediğine göre, her tür iyilik de yine bizim ellerimizle gerçekleşecektir. Tabii ki burada devletin, kötülükleri önlemede yaptırım gücü nedeniyle önceliği vardır, fakat devlet de insanların oluşturduğu bir güçtür. Devlet – birey ayrıştırması burada geçerli değildir. Herkes ve her birim, ailenin korunması için elinden geleni yapmak zorundadır. Aksi halde bir yokoluşa doğru gittiğimizi görmekteyiz. Sadece biz değil, insanlık bir yokoluşa sürükleniyor.